Fars Dili’nin Üç Adı
Dr. Babak JAVANSHIR
(Dr. Babek CAVANŞİR)
DERÎ, FÂRSÎ, TÂCÎKÎ
Giriş
Günümüzde Afganistan’da Derî Dili, Tacikistan’da ise Tâcîk veya Tâcîkî Dili diye adlandırılan dile İran’da Fars Dili denmektedir. Söz konusu adlandırmaları (Derî, Tâcîkî ve Fârsî adlandırmaları) tarihsel açıdan değerlendirdiğimizde bu adların hiç birinin söz konusu dilin birincil adı olmadığını ve bu adlandırmaların tarihsel açıdan bu dili ve bu dili konuşan kesim için dıştan yapılan bir adlandırma veya yakıştırma olduğunu görülmektedir. Ancak, şu ana kadar elde edilen tarihsel veriler bu dilin ve ilgili topluluğunun ilk isminin ne olduğu konusunda ketum davranmakta ve bu konuda bize yardımcı olamamaktadır. Bilinen tek gerçek şu ki dıştan yapılan adlandırmalar söz konusu dilin ilk adının ortadan kaldırarak adeta unutturduğu yönündedir. Bahsedilen adlandırmaları tarihsel açıdan değerlendirildiğinde şöyle bir sıralama ile karşılaşılmaktadır:
- Derî Dili Adlandırılması
- Fârs veya Fârsî Dili Adlandırılması
- Tâcîk veya Tâcîkî Dili Adlandırılması
-
Derî (ﺩﺮﻯ) Dili Adlandırılması
Yukarıda değinildiği gibi tarihsel açıdan bu dil için kullanılan en eski adlandırma “Derî Dili” şeklidir. Ancak söz konusu adlandırma şekli bu dilin yönetici sınıfa başka bir ifade ile saray kesimiyle ilintili olduğunu belirtmekte ve doğal olarak bu dilin gerçek adını yansıtmamaktadır. Zirâ “Derî” tanımlanmasındaki “der (ﺩﺮ)” kısmı aslında kapı anlamının dışında özellikle “saray” anlamını taşımaktadır. Bu kelimenin Farsça’daki bilinen diğer bir şekli ise “derbâr (ﺩﺮﺑﺎﺮ)” sözcüğüdür. Aslında “Derî (ﺩﺮﻯ)” kelimesi daha çok bu dilin Sâmânî sarayında kazandığı seçkin konuma bir göndermedir. Bununla birlikte tarihsel metinlerde kullanılan her “Derî” kavramını da “Fars Dili” anlamında kavramak elbette ki doğru değildir.
Bu yönü ile “Derî” adının sarayla bağlantılı olan başka dilleri (örneğin Partça vb. diller) adlandırmak için de tarihsel metinlerde kullanıldığının altını çizmemiz gerekmektedir. Öte yandan bir takım tarihi eserlerde açık bir biçimde “Derî” ve “Farsî/Parsî (ﻓﺎﺮﺳﻰ / ﭘﺎﺮﺳﻰ)” dilleri iki ayrı dil olarak değerlendirilmişlerdir. Bununla birlikte X-XI. yüzyıllar arsında “Derî” terimi Fars Dilli edebiyat tarihinde Arapça unsurları az olan Farsça düzyazı örnekleri veya tarzı için de kullanılmaktadır. Kısacası tarihsel bilgiler ışığında “Derî” sözcüğü söz konusu dilin adlandırılmasının dışında diğer değişik içerik ve anlamlarda da kullanıldığından var olan tüm “Derî” tanımlamalarını konumuz olan “Fars Dili” anlamında algılamak olanaksız gözükmektedir. Ancak bu dilin ilk kez “Derî Dili” biçiminde adlandırılmasına günümüz İran coğrafyasının dışında yani Maveraünnehir ve daha da belirginleştirilirse Semerkand ve Buhara bölgelerinde ve Sâmânîler Dönemi’nde rastlanılmaktadır. Nitekim bu dil ilk kez Sâmânî Devleti döneminde yazı dili olarak kullanılmış ve ilk ürünlerini bu dönemde vermiştir. İşte bu nedenden dolayı da bu dilin ilk şairleri genelde Maveraünnehir ve Afganistan’ın kuzeyinden çıkan edip ve şairler olmuşlardır. Bir başka ifade ile “Derî” sözcüğü aslında “Saraya Mensup” demektir. Bu da söz konusu dilin ilk kez Sâmânîler döneminde böyle adlandırılması ile ilgilidir.
- Fârs veya Fârsî (ﻓﺎﺮﺳﻰ) Dili Adlandırılması
Tarihsel metinlerde bu dil için kullanılan bir diğer adlandırma biçimi ise “Parsî / Farsî Dili” şeklindedir. “Parsî / Farsî Dili (ﻓﺎﺮﺳﻰ / ﭘﺎﺮﺳﻰ)” adlandırma biçimi “Derî Dili” adlandırma şeklinden daha sonra ortaya çıkmıştır. Bu biçim adlandırmanın sebebi şu olasılıklardan kaynaklanabilir:
1. Emevîler ve Abbasîler dönemlerinde Maveraünnehir’e yerleştirilen Araplar’ın söz konusu bölgede yaşayanları İran platosunda olduğu gibi genel bir alışkanlıktan dolayı “Fârs” adlandırmış olabilirler. Ayrıca Maveraünnehir’in önemli bir bölümünün Sasanî İmparatorluğu’na bağlı olması da bu adlandırılma biçiminde etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği üzere Araplar bir alışkanlık olarak Sasanîler’e coğrafyasından dolayı Fars demekteydiler.
2. Bir başka olasılık bu dilin “Fârsî” adlandırılma biçiminde İran platosunun güneybatısındaki tarihsel “Fars” bölgesinden olan, bu dili en usta biçimde kullanan ve edebî zirveye ulaştıran Sa’dî (öl. 1229) ve Hâfız (öl. 1389) gibi dünyaca ünlü şairlerin etkili olmalarıdır. Oysaki Sa’dî Şîrâzî’nin, ne de Hâfız Şîrâzî’nin hiç birisinin ana dili Farsça olmamış ve her iki aşir kendi ana dilleri olan “Şerâzî Dili” ile de bir takım şiirler yazmışlardır. Açıkçası bu dilin “Farsî veya Fars Dili” olarak adlandırılmasında Sa’dî ve Hâfız’ın tarihsel “Fars” bölgesinden olmalarının etkili olmuştur. Başka bir ifade ile bu dil için kullanılan en yaygın adlandırma biçimi olan “Fârsî” tanımlanması da yine bu dilin gerçek adı olmayıp ve daha çok İran’ın güneybatında yer alan tarihsel Fars Eyaleti’nden çıkan ve bu dili en iyi biçimde edebi eserlerinde kullanan ve Fars Eyaleti’nden olan Sa’dî Şîrâzî ve Hafız Şîrâzî gibi şairlerin edebi başarısının bir etkisinde oluşmuştur.
Bununla birlikte kimi Arap dilli kaynaklarda “Fars Dili” tanımı Pehlevîce için de sıkça kullanılmıştır. Bunun da yine başlıca sebebi Sasaniler’in çıkış yeri olan Fars bölgesinden olmalarıdır. Açıkçası “Farsî” tanımında “Fars Eyaleti”ne gönderme de bulunularak “Farsî” dendiği aşikârdır.
Bu dilin “Fars veya Farsî Dili” biçiminde adlandırılması İranî Diller çalışmalarında bir takım yanlış tarihsel dilbilim değerlendirmelere bile neden olduğunu altını özellikle çizmemiz gerekmektedir. “Pers” ve “Fars” adlarının aynı kökenlere dayanması birçok dilbilimciyi dahi yanılgıya düşürmüş ve bu doğrultuda dilbilimsel ve tarihsel verilerle bağdaşmayan şu yanlış anlayışın yayılmasına neden olmuştur. Bu yanlış ve sorunlu değerlendirmeye göre Ahameniş Dönemi (M. Ö. 550 – M. Ö. 330) diline “Eski Persçe veya Eski Farsça”, Sasanî Dönemi (M. S. 224 – M. S. 651) diline “Orta Farsça” ve konumuz olan dile de “Yeni Farsça” adları yakıştırılmıştır. Oysaki bu görüşün doğruluğunu birçok nedenlerden dolayı geçerli sayılamaz. Bunları şöyle açıklayabiliriz.
Ahameniş İmparatorluğu Dönemi kitabelerinde “Pers” adını taşıyan her hangi bir dil adı ve topluluk adına rastlamamaktayız. İşin ilginç yanı Ahamenişler’in kullandıkları kendi İrânî dilin adı da kitabelerde geçmemektedir. Kimi araştırmacılara göre Ahameniş metinlerindeki “Pers” sözcüğü askeri bir içeriğe sahip olup ve her hangi bir etnik veya dilsel bir anlam içermemektedir. Nitekim Ahamenişleri oluşturan 10 yönetici topluluğun etnonim adları bilgilerimiz dâhilindedir ve bunların içinde “Pers” etnonim adının olmayışı özellikle dikkat çekicidir. Bu yönetici topluluklar “yerleşik” ve “göçebe” olmak üzere şunlardır.
a – Yerleşikler
1. Pasargadoi
2. Maraphioi
3. Maspioi
4. Panthialoi
5. Deronsiaoi
6. Germanioi
b – Göçebeler
1. Daoi
2. Mardoi
3. Dropikoi
4. Sagartioi
Buradan da anlaşıldığı üzere Ahameniş Dönemi metinlerinde “Pers” adını taşıyan herhangi bir topluluğun var olmamasıdır.
Ancak buna rağmen Ahamenişler için dışarıdan “Pers” adlandırmasının kullanıldığını ilk kez Tevrat ve ardından Herodot’un (M. Ö. 484 – M. Ö. 425) ünlü “Tarih” eserinde görülmektedir. Söz konusu dış tanımlama ise modern dönemde “Persçe” veya “Eski Farsça” biçiminde yaygınlaştırılmıştır. Oysaki bu sadece bir dış tanımlama olup ve ilgili dil ve topluluğunun gerçek adı değildir. Burada değinmemiz gereken Pers bölge veya coğrafi adının ortaya çıkmasıdır. Anlaşılan bu sürecin oluşumunda Yunan kültür çevresine mensup Selevkoslar’ın (M. Ö. 323 – M. Ö. 63) ciddi bir rolü olmuştur. Böylece Yunan kültür çevresinde kullanılan “Pers” adı bölge adına taşınarak yaygınlık kazanmıştır. Daha sonra ise “Pers” bölge adının İslamî dönemde Arap Dili’nin fonetik yapısı gereği “Fars” biçimini aldığını söyleyebiliriz. Bilindiği üzere Arapça’da /p/ sesi yerine /f/ sesi denklik oluşturmaktadır.
Pars > فارس “Fars” (Arap söyleyişi)
Daha önce değinildiği gibi Sasanî Dönemi’nin dili olan Pehlevî Dili, de Fars bölgesinin yaygın dillerinden biri olmasından dolayı kimi Arap Dilli kaynaklarda “Fars” bölgesine göndermede bulunarak “Farsî” biçiminde adlandırılmıştır. Söz konusu kullanımda “Fârsî” tanımının “Fars Eyaleti’nin Dili” anlamına geldiğini söylememize artık gerek yoktur. Nitekim Fars terimi Fars bölgesinde kullanılan ve İrânî Diller Ailesi’nde yer almayan Hûzî ve Süryanîce gibi diller için de kullanılmıştır. Bu dillerden Hûzî dili Elamo-Dravid Dil Ailesi’nde, Süryânî Dili ise Sâmî Dilleri Ailesi’nde yer almaktadır. Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus ise Avrupalı metinlerin İran’da kurulan Türk devletlerine Selçuklu, Akkoyunlu, Safevi, Afşar ve Kaçar vb. dahi “Pers” demeleridir. Ancak, bu kullanımda coğrafi bir anlam söz konusu olup ve Herodot’tan beri yaygın olan bir alışkanlıktır.
Öte yandan Farsça ’yı Pehlevîce’nin devamı olarak değerlendirmek dilbilimsel, fonoloji, söz dağarcığı, tarihsel veriler ve ortaya çıktığı coğrafyalar açısından olanaksız bir görüştür. Diğer taraftan her iki dilin belirli bir zaman dilimlerinde ikisinin de yan yana yaşamış olmaları bu devamlılığı (Farsça’nın Pehlevîce’nin Devamı olmasını) ciddi biçimde engellemektedir. Bu konuda vardığımız genel sonuç ise şöyle olmalıdır. Görüldüğü üzere tarihsel metinlerde kullanılan “Pers”, “Pars”, “Parsî”, “Fars” ve “Farsî” adlandırmalarının tümünü konumuz olan Fars Dili olarak değerlendirmek yanlıştır.
- Tâcîk veya Tâcîkî Dili (ﺗﺎﺠﻳﻛﻰ) Adlandırılması
Fars dil için kullanılan bir diğer adlandırma ise “Tâcik veya Tâcîkî Dili (ﺗﺎﺠﻳﻛﻰ)” adlandırılmasıdır. Bu adlandırma biçimi diğerlerine (Derî ve Fârsî) göre daha yeni olup ve aslında Sovyet Dönemi’nin kültür politikalarının bir ürünü ve uygulamasıdır. Tarihsel, antropolojik ve etnografik veriler Tâcîk adlandırılmasının dıştan yapılan ötekileştirici ad olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Tâcîk sözcüğünün kökenine ilişkin farklı görüşler ortaya atılmış olmasına karşın bu tanımın daha çok Türkler tarafından ötekileştirdikleri kesim için kullanıldığını ileri sürebiliriz. Tâcîk kelimesiyle ilişkili etimolojiler şunlardır:
1. “Tâcik (ﺗﺎﺠﻳﻚ)” kelimesinin “Tay” diye bilinen bir Arap kabilesine dayandırması: Bu görüşe göre Tay kabile adından türeyen ve tarihsel metinlerde Arap anlamına kullanılan “Tâzî (ﺗﺎﺰﻯ)” kelimesinin kökeni de yine “Tay” kabile adına gelmektedir. Devamında ise “Tâcîk (ﺗﺎﺠﻳﻚ)” sözcüğü ile aynı anlamda kullanılan “Tâzîk (ﺗﺎﺰﻳﻚ)” kelimesi de “Tâzî (ﺗﺎﺰﻯ)” sözüğünden türemiş ve zamanla da “Tâzîk” sözcüğü “Tâcik”e dönüşmekle son halini almıştır.
2. “Tâcik” sözcüğün Türklerdeki ötekileştirici kavram olarak kullanılan “Tat” kelimesine dayandırılması: Bilindiği üzere Eski Türkler etnik kökenine bakılmaksızın diğer toplulukları “Tat” kavramı adı altında genellemekte ve ötekileştirmekteydiler. Bu görüşe göre Tat sözcüğüne eklenen “+cIk / +cUk” küçültme ekiyle Tatcık ardından ise Tâcîk kelimesi oluşmuştur. Açıkçası “Tâcîk” adının gerek etnik gerekse de dilsel anlamda kullanılması da yukarıdaki örneklerde olduğu gibi dıştan yapılan bir tanımlama olduğu ortaya çıkmakta ve ilgili Farsî dilli topluluğun birincil adı ile yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur.
Tat + -cIK / –cUk > Tâcîk
Günümüz Tacikistan’da Tâcîk kelimesi “tâc / taç (ﺗﺎﺝ)” sözcüğüne dayandırılarak açıklanmakta ve bu sözcüğü bir nevi “aristokrat” bir içerik kazandırılmaya çalışılmasına rağmen bunun doğru olmadığını tarihsel ve edebî metinlerde “Tâcik” kelimesinin küçümseyici bir içerikte kullanıldığı görülmektedir. Bu içeriğin en karakteristik örneklerinden biri Mevlânâ Celâleddin Rumî’ye (1207-1273) ait olan aşağıdaki Farsça beyittir.
يک حمله و يک حمله کآمد شب و تاريکى
ترکى کن و چستى کن نى نرمى و تاجيکى!
Türkçe Çevirisi:
Bir hamle, bir saldırı yapıldı gece vakti ve karanlıkta,
Türklük göster ve çabukluk sergile! Gevşeklik ve Tâciklik gösterme!
Bütün bunlar bugün “Tâcik” diye tanımlanan topluluk ve ilgili dilinin ilkin orijinal adının “Tâcik” olamayacağını bize göstermektedir.
Modern dönemde Tâcîkçe konuşan kimi topluluklarda ilginç antropolojik, etnografik ve kimliksel tanımlanmalara da rastlanılmaktadır. Örneğin 1924 yılındaki bazı araştırmalara göre Tacikistan’ın değişik bölgelerinde Tâcikî Dili konuşmalarına rağmen göçebe yaşam biçimini sürdüren bazı topluluklar kendilerini “Türk” olarak tanımlamalarıdır. Buna benzer bir duruma batı ve güney İran’da da rastlanılmaktadır. Nitekim İran’daki kimi topluluklar bugün farklı yerel İranî dilleri konuşsalar dahi kendilerini “Türk” olarak tanımlamaktadırlar. Öte yandan günümüz Afganistan’ın kuzeybatısındaki Çar-oymak (ﭽﺎﺮﺍﻭﻳﻣﺎﻕ) topluluğunun da çoğunluğu eskiden Türkçe konuşmuş olmalarına karşın zamanla dilleri dönüşerek günümüzde Tâcikçe’nin çok miktarda Türk ve Moğol kelimeleri içeren özel bir lehçesini konuşmaktadırlar.
XVIII. yüzyılda kuzey İran’dan Herat ve Kabil’e gelip yerleşen Kızılbaş (ﻗﺯﻟﺑﺎﺵ) ve Afşar (ﺍﻔﺷﺎﺮ) toplulukların önemli bir kısmı da artık Türkçe’yi unutmuş ve Tâcîkî Dili’ni konuşmaya başlamışlardır.
Kabil ve Herat arasındaki dağlık Hezarecat bölgesindeki Hazare (ﻫﺯﺍﺮﻩ) topluluğu da XIX. yüzyılın başlarına kadar Türkçe konuşmuşlar. Ancak şimdiki Hazare topluluğu Türkçe ve Tâcîkçe karışımı bir dili konuşmaktadırlar.
Zahirüddin Babür, ünlü “Babür-name” adlı eserinde kendi zamanında (XVI. Yüzyıl) Kabil’in batısındaki Hazareler’in Türk ve Moğol dillerinde konuştuklarını kaydetmektedir. İran Horasanı’nın Meşhed, Koçan, Serahs, Çinaran ve diğer bölgelerinde de Hazareler meskûndurlar. Afganistan’da Hazarlerin dışında Firuz-kuhî (ﻓﻳﺮﻮﺯﻜﻮﻫﻰ), Cemşidî (ﺟﻣﺷﻳﺪﻯ), Taymanî (ﺗﺎﻳﻤﺎﻧﻰ), Berberî (ﺑﺮﺑﺮﻯ) ve Timurî (ﺗﻳﻤﻮﺮﻯ) gibi topluluklara rastlanılmaktadır. Bu topluluklar da tıpkı Hazareler gibi Tük asıllı olup ama zamanla Türkçe’yi unutmuşlardır.
Sonuç
Farsça tarihsel süreçte üç değişik adla adlandırılmıştır. Bunlar tarihsel kronolojiye göre sırasıyla “Derî (ﺩﺮﻯ)”, “Fârsî (ﻓﺎﺮﺳﻰ)” ve “Tâcîkî (ﺗﺎﺠﻳﻛﻰ)” dil adlarıdır. Ancak bu adların her üçü dıştan verilmiş adlar olup ve hiç biri bu dilin en eskicil ve orijinal adı değildir. Böylece bu dilin gerçek adının bulunması şimdilik olanaksız gözükmektedir.
Sâmânîler’in çöküşünün ardından Derî Dili’ni bir yazı dili olarak İran, Hindistan, Kafkasya, Anadolu vb. bölgelere taşıyanlar ise Gazneliler ve Selçuklu vb. Türk yönetimleri olmuşlardır. Türk asıllı bu devletlerin bu dili sadece “Katipler Sınıfı”nın dili olarak konumlandırdıkları görülmektedir. Başka bir ifade ile Derî veya Fars Dili’nin Türk devletlerindeki kapladığı sosyal alanın yönetici aristokrasi, ordu ve değişik kavimler arasındaki iletişim dili (lingua frnaca) olma niteliğini içermemekteydi. Tam tersine Türk Devletleri’ndeki aristokrasi, ordu ve değişik kavimler arasındaki iletişim dilinin Türkçe olduğu söylenebilir.
Öte yandan tarihsel dönemlerdeki oldukça dar ve küçük bir sosyal alanda yani “Katipler Sınıfı”nda kullanılan bu dili modern anlamda kamusal dünyanın bir terimi olan “Resmî Dil” tanımı ile açıklamak yöntembilimsel açıdan yanlış sayılmaktadır.
Kaynakça:
Abdu’l-hüseyin Zerrin-kub & Ruzbeh Zerrin-kub, Tarih-i İrân-ı Bastan (4), Tarih-i Siyasi-yi Sasaniyan, SEMT, Tahran, 1379.
Annales Quos Scripsit Abu Djafar Muhammad Ibn Djarir at-Tabari, Cumallis, ed. M. J. de Goeje, Ser. I.
Babak Javanshir (Babek Cavanşir), “Fars Dili’nin Oluşumunda Türkçe’nin Etkisi”, XI. Milli Türkoloji Kongresi Bildiri Kitabı, 11-13 Kasım 2014, Cilt I, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı, Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2018, s: 117-144.
Babak Javanshir (Babek Cavanşir), “Sasani Devlet Teşkilatında Türk Etkisi”, Uluslararası XVII. Türk Tarih Kongresi, 15-17 Eylül 2014, Kongreye Sunulan Bildiriler, Cilt II, Kısım II, Orta Asya ve Kafkasya Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2018, s: 767-823.
Babek Cavanşir, Ekber N. Necef, “Giriş: Türk Halk İslam Anlayışına Göre Kızılbaşlık ve Şah İsmail Hata’i”, Şah İsmail Hata’i Külliyatı, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2006, s: 23-148.
Behram Ferehveşi, Ferheng-i Zeban-ı Pehlevî, İntişarat-ı Danişgah-ı Tahran, Tahran, 1381.
D. N. Mackenzie, A Concise Pahlavi Dictionary, Oxford University Press, London, 1971.
Ebi Cafer Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’r-Rusul ve’l-Muluk, c. 7, Neşr-i: M. J. De Goeje, Leiden, 1885-89.
Ebu Bekr Muhammed b. Cafer Nerşahi, Tarih-i Buhara, (Trc. Ebu Nasr Ahmed b. Muhammed b. Nasr el-Kabavi, Talhis: Muhammed b. Zefr b. Ömer, Tashih ve Havaşi ez: Seyyid Muhammed Taki Müderris Razevi, İntişarat-ı Tus, Tahran, 1363.
Ebu Mansur Ahmed b. Ali Esedi Tusi, Lugat-ı Furs, Be Tashih ve Tahşiyye-yi: Fethullah Müctebayi, Ali Eşref Sadıki, İntişarat-ı Harezmi, Tahran, 1365.
Edib Tusi, “Se Gazel-i İsfahani ez Evhedi Meraği”, Neşriyye-yi Daniş-kede-yi Edebiyyat ve Ulum-ı İnsani-yi Tebriz, Sayı: 67, Tebriz, 1342, s. 387-400.
Enver Konukçu, Kuşan ve Akhunlar Tarihi, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Erzurum, 1973.
Farda Asadov, “VII-IX Yüzyıllarda Güney Hazar Bölgesinde Hükümranlık Süren Türk Sulî Hanedanı”, Çev: Bülent Keneş, Türkler Ansiklopedisi, C. IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s: 311-316.
Ferheng Cihan-bahş, “Devre-yi Zebanha-yı Kuhen”, Tarih-i Zeban-i Farsî, İntişarat-ı Ferheng ve Cami, Tahran, 1383, s: 38-46.
Ferheng Cihan-bahş, “Parsî ya Derî”, Tarih-i Zeban-i Farsî, İntişarat-ı Ferheng ve Cami, Tahran, 1383, s: 72-92.
Ferheng Cihan-bahş, “Zeban ve Edeb-i Farsî”, Tarih-i Zeban-i Farsî, İntişarat-ı Ferheng ve Cami, Tahran, 1383, s: 93-104.
Hafız Şirazi, Divan-ı Hafız, Musahhıh: Muhammed Kazvini, Çap-hane-yi Meclis, Tahran, 1320.
Hamilton Alexander Roskeen Gibb, Orta Aaya’da Arap Fütuhatı, (Çev. M. Hakkı), Evkaf Matbaası, İstanbul, 1930.
Hamza b. El-Hasan İsfahani, Kitabu’t-Tenbih Ala Hudusu’t-Tashif, (Tabu’s-Saniyye), Matbu’at-ı Mecmeü’l-Lugatü’l-Arabiyye Bi’d-Dımaşk, Beyrut, 1992.
Hasan Enveri, İstilahat-ı Divani-yi Devre-yi Gaznevi ve Selcuki, İntişarat-ı Suhan, Tahran, 1373.
Helmut Humbach, “Harezmi”, Rah-nema-yı Zebanha-yı İranî, Zebanha-yı İranî-yi Bastan ve İranî-yi Miyane, c. I, (Trc. Arman Bahtiyari, Asker Behrami, Hasan Rızayi Bağ-bidi, Negin Salihi-niya), İntişarat-ı Kaknüs, Tahran, 1382, s: 303-318.
İbn-i Vazıh (Ahmed b. Ebi Yakub) Yakubi, Tarih-i Yakubi, c. 2, (Çev. Muhammed İbrahim Ayeti), Bungah-ı Tercüme ve Neşr-i Kitab, Tahran, 1343.
İhsan Yarşatir, “Zebanha ve Lehceha-yı İranî, Ber Paye-yi Vijegiha-yı Desturi: Zebanha ve Lehceha-yı İranî-yi Kununi, Ez Nazar-ı Desturi ve Coğrafiyayi”, Tarih-i Zeban-i Farsî, Tedin ve Telif: Ferheng Cihan-bahş, İntişarat-ı Ferheng ve Cami, Tahran, 1383.
İzzü’d-din Ebi’l-Hasan Muhammed b. Muhammed b. Abdü’l-Kerim eş-Şeybani İbnü’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, c. 5, Neşr: Carl Johan Tornberg, Daru Sadr; Dâru Beyrut, Beyrut, 1965.
Jahangir Karini, “Türk-Fars Dil İlişkileri: Farsçada İyelik Eklerinin Kullanımı”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 9/3, Winter, Ankara, 2014, s: 833-843.
Josif Mikhailovich Oranskij, Mukaddime-yi Fikhu’l-Luga-yı İranî, (Trc. Kerim Kişaverz), İntişarat-ı Peyam, Tahran, 1358.
Josif Mikhailovich Oranskij, Zebanha-yı İranî, (Trc. Ali Eşref Sadıki), İntişarat-ı Suhan, Tahran, 1378.
Muhammed b. Cerîr Taberî, Târîhü’l-Rüsûl ve’l-Mülûk, C. II, Farsça Trc: Ebu’l-Kâsım Pâyende, İntişârât-ı Esâtîr, Tahrân, 1352.
Muhammed b. İshak el-Nedim, Kitab el-Fihrist, Tahkik: M. Rıza Teceddüd, Menşurat-ı Şirket-i Hayyatu’l-Kutub ve’n-Neşr, Beyrut, 1967.
Muhammed Cerîr Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, C. III, çev: Ahmet Tamir & Zakir Kadiri Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1991.
Muhammed Cerîr, Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, C. I, çev: Ahmet Tamir & Zakir Kadiri Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1965.
Muhsin Ebu’l-Kasimi, Rah-nema-yı Zebanha-yı Bastani-yi İran, c. 1, SEMT, Tahran, 1381.
Muhsin Ebu’l-Kasimi, Rah-nema-yı Zebanha-yı Bastani-yi İran, Destur ve Vaje-name, c. 2, SEMT, Tahran, 1376.
Nasir Hüsrev, Sefer-name-yi Nasir Hüsrev, Tashih: Gani-zade, Berlin, 1342.
Perviz Natil Hanleri, “Devre-ha-yı Se-gane-yi Tahavvul ve Tekamül-i Farsî-yi Derî, Devre-yi Tahavvul-i Ahir”, Tarih-i Zeban-i Farsî, Tedin ve Telif: Ferheng Cihan-bahş, İntişarat-ı Ferheng ve Cami, Tahran, 1383, s: 171-177.
Perviz Natil Hanleri, Tarih-i Zeban-ı Farsi, c. 3, Firdevs Yayınları, Tahran, 1998.
Rafael Blaga, İran Halkları El Kitabı, 1997.
Rahim Müselmaniyan Kubadiyani, Zeban ve Edeb-i Farsî der Fera-rud, İntişarat-ı Vizaret-i Umur-ı Harice, Tahran, 1376.
Ronald Grubb Kent, Farsî-yi Bastan, Destur-i Zeban, Mutun, Vaje-name, (Trc. Sa‘id Uryan), Saziman-ı Tabliğat-ı İslami, Havza-yı Hüneri, Tahran, 1379.
Rüdiger Schmitt, “Diger Guyeşha-yı İranî-yi Bastan”, Rah-nema-yı Zebanha-yı İranî, Zebanha-yı İranî-yi Bastan ve İranî-yi Miyane, c. I, (Trc. Arman Bahtiyari, Asker Behrami, Hasan Rızayi Bağ-bidi, Negin Salihi-niya), İntişarat-ı Kaknüs, Tahran, 1382, s. 152-163.
Rüdiger Schmitt, “Farsî-yi Bastan”, Rah-nema-yı Zebanha-yı İranî, Zebanha-yı İranî-yi Bastan ve İranî-yi Miyane, c. I, (Trc. Arman Bahtiyari, Asker Behrami, Hasan Rızayi Bağ-bidi, Negin Salihi-niya), İntişarat-ı Kaknüs, Tahran, 1382, s. 110-151.
Rüdiger Schmitt, “Yad-daşt-ı Ser Virastar ber Tercüme-yi Farsî”, Rah-nema-yı Zebanha-yı İranî, Zebanha-yı İranî-yi Bastan ve İranî-yi Miyane, c. I, Editör: Rüdiger Schmitt, (Trc. Arman Bahtiyari, Asker Behrami, Hasan Rızayi Bağ-bidi, Negin Salihi-niya), İntişarat-ı Kaknüs, Tahran, 1382, s. 7-9.
S. N. Sokolov, Zeban-ı Avestayi, (Trc. Rukayye Behzadi), Merkez-i İntişarat-ı İlmi ve Ferhengi, Tahran, 1370.
Sa‘id Uryan, Rahnema-yı Ketibeha-yı İranî-yi Miane (Pehlevî-Partî), Naşir: Mu‘avinet-i Pejuhişi, Pejuhiş-kede-yi Zeban ve Guyiş, Tahran, 1382.
Sa’di Şirazi, Külliyyat-ı Sa’di, İntişarat-ı Ma’rifet, Tahran, 1340.
Şemis Şerik Emin, Ferheng-i İstilahat-ı Divani-yi Devran-ı Moğol, Ferhengistan-i Edeb ve Hüner-i İran, Tahran, 1357.
Şemsü’d-din Muhammed b. Kays Razi, el-Mu‘cem fi Ma‘ayir-i Eş‘aru’l-Acem, Be Tashih-i: Muhammed b. Abdu’l-Vahhab Kazvini, Ba Mukabile ba Penc Nüsha-yı Hatti-yi Kadimi ve Tashih-i Sanevi-yi: Müderris Razevi, Neşr-i Müessise-yi Haver, Tahran, 1314.
Vera Sergeevna Rastorgueva, Destur-ı Zeban-ı Farsî-yi Miyane, (Trc. Veliyullah Şadan), İntişarat-ı Daniş-gah-ı Tahran, Tahran, 1379.
W. B. Henning, “Mitteliranische”, Handbuch der Orientalistik, Iranistik I, Leiden, 1958.
W. Barthold, “Tâcik”, İslam Ansiklopedisi, c. 11, ETAM A.Ş. Matbaa Tesisleri, Eskişehir, 2001, s: 616-617.
Werner Sundermann, “Farsî-yi Miyane”, Rah-nema-yı Zebanha-yı İranî, Zebanha-yı İranî-yi Bastan ve İranî-yi Miyane, c. I, (Trc. Arman Bahtiyari, Asker Behrami, Hasan Rızayi Bağ-bidi, Negin Salihi-niya), İntişarat-ı Kaknüs, Tahran, 1382, s: 223-260.
Werner Sundermann, “Partî”, Rah-nema-yı Zebanha-yı İranî, Zebanha-yı İranî-yi Bastan ve İranî-yi Miyane, c. I, (Trc. Arman Bahtiyari, Asker Behrami, Hasan Rızayi Bağ-bidi, Negin Salihi-niya), İntişarat-ı Kaknüs, Tahran, 1382, s. 190-222.
Yahya Müderrisi & Hüseyin Sami’i & Zehra Safevi Müberhen, Ferheng-i İstilahat-ı Devre-yi Kacar, Koşun ve Nazmiyye, Defter-i Pejuhişha-yı Ferhengi, Tahran, 1380.
Zekeriya Kitapçı, Orta Asya’da İslamiyetin Yayılışı ve Türkler, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları, Konya, 1989.
Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1970.